3 Eylül 2009 Perşembe

Bebek Beslenmesi

0 – 1 YAŞ GRUBU BEBEKLERİN BESLENMESİ
 
            Yaşamın ilk birkaç yılı, sağlığın temellerinin atıldığı son derece önemli bir dönemdir. Bu kritik dönemde çocukların yaşaması ve sağlıklı büyüme ve gelişmelerinde yeterli ve dengeli beslenme belli başlı etmenlerden birisi, belki de en önemlisidir. Kişinin temel ihtiyaçlarından birisi olan beslenme; büyüme, gelişme ve sağlığın korunmasındaki en önemli faktördür.
 
            0 – 6 aylık bebeklerin, sadece anne sütü ile beslenmesine “doğal beslenme”denir. Doğal beslenme ilk 4 – 6 aylık bebekler için en iyi beslenme şeklidir. 6 aydan büyük bebeklerde (bazen 4. aydan sonra) anne sütü tek başına yeterli olmaz. Bu nedenle diyete daha katı besinleri eklemek gerekir. Bu aylarda ek besinlere başlanmasının bir diğer nedeni bebeği diğer besinlerin tadına alıştırmaktır. Bebeğin kilo alma durumuna göre ek besinlere 4 – 6. aylar arasında başlanması sağlanmalıdır. Başlangıçta anne sütünü tamamlayıcı olarak verilen bu besinler, 9 – 12. aylarda esas besin olarak bebeğin beslenmesinde yer alır.
 
            Ek besinler; teker teker, az miktarlarda (1 – 2 çay kaşığı) başlanmalı, her gün miktarı artırılmalı, yeni bir ek besin 1 – 2 gün ara ile eklenmeli, kaşık ve bardak ile verilmelidir. İlk başlanacak ek besinler elma veya şeftali suyu ve püresi ile yoğurttur. Bunları izleyerek diyete sebzeler, diğer meyve suları, yumurta, etler eklenir. Sebze ezmeleri ve çorbaları her gün taze olarak pişirilir. İçine un ve yağ da eklenerek zenginleştirilir.
 
            Normal süt veren annenin sütü 4 ile 6 ay kadar bebeğin enerji ve besin öğeleri gereksinmelerini karşılayacak durumda olduğuna göre, bu dönemde anne sütü alamayan bebeğe, eğer olanak varsa en azından 4 – 6 aya kadar anne sütüne en yakın olan ticari formüla sütleri de verilebilir.
 
            Normal süt veren bir anneden bebek ortalama günde 700 – 800 ml. Kadar süt emmektedir. Bu miktardaki süt bebeğin ilk 4 – 6 ayına kadar büyüme ve gelişmesini sağlayabilir, ancak bu aylardan sonra gerek annenin süt salgısının gittikçe azalması, gerekse bebeğin ağırlık kazanarak büyümesi, bebeğe, anne sütü yanı sıra tamamlayıcı besinlerin verilmesini gerektirmektedir. Normal anne sütü ile beslenen bebeğe verilecek ek besinler şunlardır:
Yoğurt :Anne sütünden sonra ilk başlanan ek besinlerden biridir. İlk kez 1 kaşık verilerek miktarı zamanla artırılır.
 
Meyve suları ve ezmeleri :Anne sütü yeterli olduğunda 4 – 6. ayda verilir. C vitamini için en uygun yiyecekler turunçgiller ve domatestir. Bunların bulunmadığı yerlerde elma, şeftali suları da verilebilir. Meyve önce iyice yıkandıktan sonra suyu sıkılır. Günde 1 çay kaşığı ile başlamak suretiyle miktar gittikçe artırılır. Meyveler sıkılır sıkılmaz bekletilmeden bebeğe verilmelidir. Yalnız anne sütü ile beslenenlere 6. aydan itibaren verilmeye başlanır. Meyve ezmeleri 4. aydan itibaren verilir. Anne sütüyle beslenen bebeğe meyve suyu, meyve ezmesi, anne sütü ile aynı zamanda verilmez. Meyve suyu, ezme ve püresi anne sütü verildikten 2 saat sonra verilir.
 
Tahıllar : Pirinç unu, buğday unu, pirinç, bulgur, ekmek içi, yoğurtla çorba yapılarak verilir. Tarhana çorbası da bebek için uygun ek besindir. Tahıllar 4. ayda verilir.
 
Çorbalar : Yoğurda alışmış bebeğe 1 yemek kaşığı ile başlamak suretiyle tarhana, yayla, sebze çorbaları gibi besleyici değeri yüksek olanlardan verilmeye başlanır.
 
Yumurta :Yoğurt, meyve, tahıllı besinler ve sebze çorbasına alıştırılmış bebeğe, suda katı pişmiş yumurta sarısından 1 çay kaşığı verilir ve miktarı zamanla artırılır. Yumurta, sebze çorbasına karıştırılarak verilebileceği gibi, ekmek içi ve sütle ezilerek de verilebilir. Yumurta beyazı 7 – 8. aylarda verilir.
 
Et ve kurubaklagiller : Yoğurt, sebze, tahıllı besinlere alışmış bebeğin, sebze çorbasının içine biraz kıyma konularak ete alıştırılır. Zamanla tavuk ve balık etleri de sebzelerle birlikte ezilerek verilebilir. Yine kıyma yerine, sebze çorbasına kırmızı – sarı mercimek, pişmiş nohut konularak çocuk bu besinlere alıştırılır. Et, kıyma yada püre olarak 5. aydan itibaren çorbalara eklenerek verilir. Tavuk ve kılçıksız balık eti çocuklar için tercih edilir. Karaciğer püre olarak 7 – 8. aylarda verilmelidir. Öte yandan bebekler için beyin önerilmemektedir.
 
            Görüldüğü gibi, 4 – 6 aylık dönem, ek besinlere alıştırma dönemidir. Her bir besin tek tek, az sulu kıvamda verilir. Şeker, şekerli çay ve lokum çocuğa yarardan çok zarar verir.
 
            6. aydan sonra yukarıdaki yiyeceklerin miktarları biraz daha artırılarak çocuğa verilir. 7. aydan sonra çocuk, ailenin yediği baharatlı ve çok yağlı olmayan yemekten alabilir. Sadece yemeğin suyu değil, kendisi ezilerek verilmelidir. Ayrıca yemeklere ilave olarak çocuğun günde 2 su bardağı kadar yoğurt veya süt ile 1 yumurta yemesi sağlanmalıdır.
 
* Bu arada peynir 8. aydan önce önerilmez. Veriliyorsa da kesinlikle pastörize olduğundan emin olunmalıdır.
 
Tamamlayıcı Besinlere Alıştırma
 
            Tamamlayıcı besinlerin çocuğun sindirim sistemine uygun olup olmadığı kontrol edilmelidir. İshal, kusma veya allerjik belirtilere neden olan besinleri belirleyebilmek için aşağıdaki kurallara uyulmalıdır:
 
o       Bir günde birden fazla yeni besin verilmemelidir.
o       Her yeni denenecek besinin miktarı önceden birkaç tatlı kaşığı olmalıdır. Herhangi bir sorun olmadığında besinin miktarı sonraki günlerde artırılmalıdır.
o       Yeni verilen besin, çocuk aç iken verilmelidir.
o       Lezzeti beğenilmeyen, kusma yada ishal gibi durumlara neden olan besinler birkaç gün beklenip tekrar denenmelidir.
o       Yemek suyu ve et suyu tek başına tamamlayıcı besin değildir. Bu nedenle gerek yemek suyuna gerekse et suyuna ekmek doğrayıp vermek yerine, suyu içinde ezilmeli; et suyu da çeşitli çorbaların yapımında kullanılmalıdır.
o       Çay, kolalı içecekler, hazır çorbalar bu yaş grubu çocuklara verilmemelidir.
 
Çocuklara, su kaynatılmadan verilmemelidir !
 
Özellikle kış günlerinde ve güneş ışınlarından yararlanamayan çocuklarda
1. aydan 1 yaşına kadar günde 400 IU vitamin D verilmelidir !

Behçet Hastalığı

Behçet hastalığı, vücudun belirli bölgelerinde tekrarlayan iltihaplanmalara neden olan, sebebini bilmediğimiz bir hastalıktır. İlk olarak ağızda ve kasıklarda (genital bölgede) tekrarlayan aft şeklinde yaralar ve gözde iltihaplanma yapan bir hastalık olarak tanımlanmıştır.

Yüzyıllar boyunca, Behçet hastalığının çeşitli belirtileri farklı hekimler tarafından gözlenmişse de, 'ağızda ve genital bölgede tekrarlayan aft şeklinde yaralar ile birlikte gözde iltihaplanmanın başlı başına bir hastalığın belirtileri olduğunu ilk kez ortaya atan Prof. Dr. Hulusi Behçet olmuştur. İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Dermatoloji (Deri Hastalıkları) Kürsüsü'nün başkanı olan Prof. Dr. Hulusi Behçet bu hastalığı 1937 yılında tanımlamıştır ve hastalık bütün dünyada hocamızın adı ile anılmaktadır.

En sık görülen hastalık belirtileri şunlardır:

Ağız Yaraları (Aftlar)

Ağız yaralarına hemen hemen her hastada rastlanır. Bununla birlikte % 1-3 gibi az bir kısım hastanın ağızda yara şeklinde bir belirtiyi hiç göstermeksizin, sendromun diğer belirtilerini gösterdiği de bilinir. Bu yaralar genellikle sendromun ilk belirtisi olmaktadırlar. Diğer belirtiler ortaya çıkmadan yıllarca yalnız aft yakınması bulunan hastalar seyrek değildir. Behçet'te ağız yaralarının büyük çoğunluğu, sık gözlenen bir hastalık olan tekrarlayıcı aftlardan ayırt edilemez ise de, çok sayıda olmaları ve daha sık nüks etmeleri gibi farklılıklar vardır. Behçet'teki aftlar genellikle ayda bir veya birkaç kez tekrar eder ve birkaç gün ile bir hafta içinde iyileşirler. Sayıları birkaç tane olup, zaman zaman ağrı hissine yol açabildiklerinden hastanın beslenmesini zorlaştırabilirler.


Cinsel Bölge Yaraları (Genital ülserler)

Cinsel bölge yaraları küçük, deriden kabarık kırmızılık veya sivilce halinde başlar, ve bunu çabucak, zımbayla delinmiş gibi görünümde ve yavaş iyileşen yaranın gelişmesi izler. Bu yaralar hemen hemen her zaman yerlerinde iz barıkarak iyileşirler. Sağdaki resimde bir yara sonrası kalmış iz görülmektedir. Cinsel bölge yaraları aftlara kıyasla, sayıca daha azdır ve daha uzun sürede iyileşirler.

Behçet sendromunda cinsel bölge dışında da benzer yaralar gözlenebilir. Koltuk altları, kasıklar gibi büyük kıvrım yerlerinde, sivilce şeklindeki belirtilerin patlamasıyla ortaya çıkan bu tür yaralara hastalarda zaman zaman rastlanabilir.

Deriye Ait Belirtiler

Behçet sendromundaki deri belirtileri üç tipe ayrılabilir:

(i) kırmızı ve ağrılı yumrular şeklindeki belirtiler;
(ii) sivilce benzeri belirtiler;
(iii) deri damarlarının hastalanmasıyla ilgili belirtiler.


Paterji (Derinin Özgün Olmayan Reaksiyonu)

Bu test, Behçet sendromlu hastanın önkol derisine steril bir iğne batırılarak yapılır. Reaksiyonun oluşabilmesi için iğnenin dermis adı verilen katmana kadar girmesi gereklidir. 24 saatte belirginleşip 48 saatte maksimum olan reaksiyonda önce kırmızı bir halka ile çevrili, 1-2 mm'lik bir kabarıklık belirir. Öyle kalabildiği gibi çoğu kez 1-5 mm'lik bir steril cerahatli sivilce haline döner. Türk Behçetlilerde özgüllüğü ve duyarlılığı oldukça yüksek bir test olarak kullanılabilmektedir. Türkiye, Japonya ve diğer Akdeniz ülkelerinde pozitiflik oranının % 50-80 olmasına karşın, İngiltere ve Amerika'da pozitifliğe pek rastlanmaz. Test erkeklerde kadınlara kıyasla daha şiddetlidir, ancak paterji pozitifliği ile hastalığın klinik şiddeti arasında bir ilişki yoktur.

Göz Belirtileri

En önemli organ tutulmalarından biri olan gözdeki iltihaplanma hastaların yarısında tespit edilir. Gözde kanlanma ve bulanık görme şeklinde kendini gösterir. Erkeklerde ve genç kişilerde göz hastalığı daha sık ve seyri daha ağırken, kadınlarda ve yaşlılarda ise daha seyrek ve daha hafiftir. Göz belirtileri, değişik şekillerde olabilmektedir. Yandaki resimde okla gösterilen, hastalığın ilk tanımlanan bulgularından biri olan hipopiyon'dur. Göz tutulması bulunan hastaların ancak % 10-20'sinde körlüğe kadar gidebilen ağır bir seyir söz konusudur.

Eklem Belirtileri

Hulusi Behçet, bu sendromu tanımladıktan bir sene sonra, 1938'de hastalarında romatoid ağrılardan bahsederek ilk kez eklem tutulmasını da bildirmiştir. Behçet hastalarının hemen hemen yarısında görülen eklem tutulması hastalığın ana yakınma ve bulgularından bir tanesidir. Bu tutulma eklem ağrısı şeklinde olabileceği gibi, daha sıklıkla eklem şişmesi şeklinde karşımıza çıkar. Bu durum ortaya çıktığı zaman eklemde ağrı, şişlik ve hareket kısıtlılığı olmasına rağmen kızarıklığa pek rastlanmaz. Tutulan eklemler, en sık dizler olup onu sırasıyla ayak bileği, el bileği ve dirsek takip eder. Şekil bozukluğu pek yapmaz ve genellikle 1-2 hafta içinde kendiliğinden iyileşir.

Damar Belirtileri

Behçet sendromunda toplardamarların tutulması sık, atardamarların ise seyrektir. Tromboflebit genelde hastaların dörtte birinde ve hemen hemen her zaman erkeklerde görülürken kadınlarda çok seyrek gözlenir. Bacakta şişlik şeklinde kendini gösterir. En sık olarak yüzeyel veya derin tromboflebit şeklinde karşımıza çıkar. Özellikle bacaklardaki tromboflebit uzun sürdüğü zaman zor iyileşen bacak yaralarına neden olur.


Behçet hastalığının şifa anlamında, yani hastalığı tamamen ortadan kaldırıcı bir tedavisi yoktur. Fakat kullandığımız pek çok ilaç sayesinde hastalığın belirtilerini tedavi etmek, vücuttaki iltihabi reaksiyonu baskılamak, belirtilerin tekrarlama sıklığını ve şiddetini azaltmak mümkün olmaktadır.

Bu amaçla sık kullandığımız ilaçların başlıcaları şunlardır:

Kolşisin, bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar (Azatioprin-Imuran, siklosporin)

Yara, yaralanma, yara çeşitleri


Herhangi bir kaza sonucu deride meydana gelen yarılma, kesilme, ezilme veya parçalanmalara yara denir. Birçok çeşidi vardır. Ateşli silahlar, batıcı veya delici aletler, yakıcı maddeler veya hayvan ısırmaları sonucu meydana gelen yaraların, hiç vakit kaybetmeden tedavi edilmesi gerekir.Yaralar, temizlik şartlarına uyulmayıp da, mikrop kapacak olursa, yara yerinde şişme, kızarma, ateş ve ağrı görülür. Bu da, yaranın iltihaplandığına işarettir. Bu durumdaki yaralar, gereği gibi tedavi edilmeyecek olursa, yaradan dağılan mikroplar vücudun diğer tarflarına da yayılıp çok tehlikeli hastalıkara yol açabilir.Yaralanmalarda yapılacak ilk iş; akan kanı durdurmaktır. Kanı durdurmak için, kanayan yerin üstüne gaz bezi veya temiz bir bez parçası konup, iyice bastırılır. Kan bir süre sonra durur. Kanama durduktan sonra bez kaldırılır, yaranın üzerine bir parça tentürdiyot sürülüp, yara temiz bir gaz bezi ile sarılır.Kan fışkırarak akıyorsa, yaranın üzerine gaz bezi yea temiz bir bez parçası bağlandıktan sonra, kanayan yere bastırılır. Sonra ipin uçları, bir parça çubuğa bağlanıp, döndürüle döndürüle iyice sıkılaşması sağlanır. Ve hiç vakit kaybetmeden hastaneye götürülür.

Frengi Nedir ?

Frengi çeşitli dönemlerde değişik belirtiler gösteren ya da yıllarca gizli kalabilen bulaşıcı bir hastalıktır. Frenginin etkeni olan spiroket, Treponema pallidum olarak ta­nınır. Hastalık teşhisi kan tahlili ve yara oluşumunda akıntının mikroskopik muayenesi ile belirlenir. Genellikle insandan in­sana cinsel birleşim sonucu bulaşır.

Kuluçka devresi: 3 hafta.


Frengi Hastalığının Belirtileri: Mikroplu bölgede, yani dış üreme organları, du­dak, parmak gibi yerlerde şankr diye tanımlanan sert yara ile başlar.

Frengi Süreci, Frengi Nasıl Bulaşır


Frenginin seyri üç evrede incelenir: Birinci evre has­talığın kuluçka devresinden sonra başlar. Mikroplu bölgede görülen sert yaralar oluşur ve ilgili bölgede bulunan lenf bez­leri şişer. Yaralarda ve şişmiş lenf bezlerinde ağrı yoktur. İkin­ci evre şankr belirmesinden yaklaşık dört hafta sonra başlar. Bu evrede tüm vücutta, ayak tabanlarında, avuçlarda, alında bakırımsı renkli ve bir iki hafta içinde oluşan döküntüler be­lirir. Ağızda ve boğazda sümüklüböceğin geçtikten sonra bırak­tığı izleri andırır yaralar oluşur. Boğazda bu kez ağrı vardır. Bu belirtiler bir süre sonra kaybolup tekrar ortaya çıkabilir. Kan tahlili kesinlikle pozitif sonuçlar verir. Hastalık üçüncü evrede bulaşıcılık niteliğini kaybeder. Üçüncü evrenin en tipik özelliği yumruların (granülasyon doku, granülom) oluşmasıdır. Yumruların en sık görüldüğü bölge aorttur. Yumru oluşumu sonucu aort iltihabı, aort kapağı bozukluğu, kalp atardamarlarının ağızlarında daralma ve damar çeperlerinde keseciklerin oluşumu gibi yan etkiler görülür. Ayrıca, beyin zarında da yum­rular oluşabilir. Merkez sinir sisteminin en tipik frengi belir­tisi erken bunama, menenjit, motor sinirlerinin uyumsuzluğu, omurilik büzülmesi sonucu genel felç (Erb hastalığı), beyin ya da omurilikte yumru oluşumu, görme bozukluğu, sağırlık, frengi sarası, sinir sistemi frengisi ve beyin zarı frengisidir.

Frengi Tedavisi


Sifilis, yani frengi tüm vücuda yayıldığı için ba­zı hastalıkları taklit edebilir. Bu nedenle kesin teşhisin yapıl­ması gerekmektedir. Hastalığın tedavisi için en etkin ilaç peni­silindir. Penisiline duyarlı olan hastalara organik arsenik ve bizmut bileşikleri kullanılır. Genellikle, frengi tedavisi belir­tilere göre uygulanmalıdır. Uygulanacak penisilin tedavisinin dozu hastalığın evresine ve seyrine göre değişim gösterir.

Frengi (Sifiliz) Korunma Yolları


Herhangi bir başka zührevi hastalık geçiren ki­şide mutlaka frengi aranmalıdır. Çünkü hastalık pek fark edil­meden gizlice sürme eğilimindedir. Frengili olan kişilerle cin­sel birleşimden kesinlikle kaçınılmalıdır. 60 yaşını aşkın ya da 30 yıldan aşırı bir süre gizli frengisi olan kişilerle; üremi, ağır kalp yetmezliği bulunan ve ameliyat edilemeyen kanserli has­talara hiçbir tedavi uygulanamaz.

Hasta Banyosu - Sağlıklı Banyo

Ilık su banyoları: 33-37 derece ısıdaki su ile yapılan ban­yoların kan damarlarım genişletici ve kasları rahatlatıcı etki­leri vardır. Bu nedenle ılık su banyoları felçlerde, kas tutul­malarında ve iltihaplarında, deri ve eklem iltihaplarında uygu­lanır. Sinirleri gevşetici etkisi nedeniyle, gece yapılan ılık su banyolarının uyku getirici niteliği bilinmektedir. Banyo süre­sinin 15-20 dakika arasında olmasına dikkat edilmelidir. Her banyodan sonra soğuk duş yapmalıdır. Uzun süreli banyolar­dan sonra dinlenmenin yararı vardır.
Soğuk su banyoları: Su ısısının 15 dereceden fazla olma­ması gerekir. Metabolizmayı ve sinir sistemini etkilemesi yö­nünden oldukça yararlıdır. Bu nedenle, aşırı şişmanlık, şeker hastalığı, eklem iltihabı ve romatizmal durumlarda başarıyla uygulanan bir tedavi yöntemidir. Ayrıca, kan dolaşımının dü­zenlenmesinde ve damar tıkanıklıklarında etkilidir. Soğuk ban­yolar vücudu dinçleştirir, ama yalnızca yerel uygulanan soğuk banyoların uyku getirdiği ve yorgunluğa neden olduğu saptan­mıştır. Soğuk duşların 4-20 saniyeden uzun sürmemesinde ya­rar vardır. Ayrıca, sabah yataktan kalkıldıktan sonra yapılan soğuk banyoların etkileri daha olumlu sonuçlar vermektedir.
Aşırı sıcaklıklardaki banyolar: Isı 39-41 dereceye kadar yükseltilir ve banyo tamamen doldurulur. Bu tür banyolar kli­nik ya da kaplıcalarda bir doktor yönetiminde uygulanmalıdır. Bu banyoların romatizmal durumlar, metabolizma bozuklukla­rı, böbrek ve sinir hastalıkları ve frengi gibi uygulama alan­ları vardır.
Sıcak su banyoları: Sıcak Su Banyosu Su ısısı 38 derecenin üstünde olan ban­yolardır ve etkileri soğuk banyolar gibidir.

Değişken ısılı banyolar: İki ya da üç ısı değişimi ile yapılır. Her banyo sıcak su ile başlatılır ve soğuk su ile bitirilir. Ilık su süresi 5, soğuk su süresi 10 saniye kadardır. Değişken ısılı banyoların etkileri sıcak ve soğuk banyolar gibidir, ama her iki banyonun yaptığı etkiden yararlanma olasılığı vardır.
Isının aşamalı olarak artırıldığı banyolar. Derideki kılcal damarların genişlemesi ile tüm kan dolaşımı etkilenmiş olur. Bu nedenle damar tıkanmalarında ve dolaşım düzensizliklerin­de etkilidir. Bu banyolarda ısı 35 derece ile başlar ve on daki­ka içinde ısı 38-40 dereceye kadar yükselir. Terleme başlayınca banyoya son verilmelidir. Bu banyonun sonunda da soğuk duş yapılması yararlıdır. Aşırı terleme durumlarında, hasta banyo­dan sonra yarım saat ile bir buçuk saate kadar dinlenmelidir. Banyo için kullanılan sulara doğal bitkilerden elde edilen ilaç­ların katılması ile banyo etkisinin artırılması olasılığı vardır. Böylece daha uzun süreli reaksiyon sağlanabilir. Doğal otla­rın yararları son derece büyüktür. Özellikle, yulaf otunun kaynatılmasıyla elde edilen suyun banyo suyuna katılması damar­ları çok az etkiler ve bu nedenle zayıf ve sinirli hastalara, ka­rın, böbrek ve idrar yolları hastalıklarında salık verilebilir.
Baş dışında tüm vücuda uygulanan banyolardan soğuk ola­rak yapılanlar aşırı şişmanlıklarda 5-10 saniye süreyle, sıcak olanlar ise 5-20 dakika süreyle çeşitli hastalıkların tedavilerin­de uygulanabilir.

Ayak banyoları: En etken olduğu yerler ve organlar idrar yolları, cinsel organlar ve kalınbağırsaklardır. Ayrıca, göğüs, boğaz ve baş da etki alanı içine girer. Sıcak ayak banyoları özellikle ısıtıcı olarak yerel iltihaplanmalarda, idrar yolları has­talıklarında, kalınbağırsak bozukluklarında, boğaz iltihapların­da, baş ağrısı ve migrende salık verilir.
Yarım banyolar: Vücudun yalnızca alt bölümü göbeğe ka­dar suya sokulur. Soğuk olarak yapılan yarım banyolar kabızlık, gazlardan doğan sancılar ve karaciğer büyümesin­de etkin tedavi yöntemlerinden biridir. Yarım olarak uygula­nan sıcak banyolar çok enderdir. Ama yine de, ısısı artırılan yarım banyolar duyarlı ve zayıf bünyeli hastaların direnç ka­zanmaları ve kan dolaşımını artırması yönünden bilinçli ola­rak uygulanabilir.


Oturarak yapılan banyolarda su böbreklere ulaşacak ka­dar doldurulur. Sıcak, soğuk ve genellikle değişken ısıda ya­pılabilen bu tip banyolar tüm karın organları hastalıklarında başarıyla uygulanabilir.
Isısı artırılan ayak banyoları: Ateşli hastalıklar, damar sertliği, romatizma ve astım gibi hastalıkların tedavisinde ba­şarıyla uygulanabilir.


Kol banyoları: Kalpteki kan dolaşımını etkiledikleri için önemlidir. Soğuk olarak uygulanan kol banyoları el ve koldaki iltihaplı durumlara, kalbin sinirsel ya da organik hastalık­larına iyi gelir. Sıcak kol banyoları, lif doku iltihaplarında, angina pectoris; yani kalbi besleyen kalp damarlarının hastalık­larında yararlı olur.
Fırça banyosu: Vücudun 35-36 derece ısıdaki su altında kalan bölümü 5-10 dakika süreyle sert bir fırça kullanılarak fırçalanır. Tansiyon düşüklüğü ve dolaşım bozukluklarında uy­gun olmakla birlikte, yüksek tansiyondan ve deri hastalıkların­dan şikâyet eden hasta tarafından yapılmamalıdır.

Baldır banyoları: Ayakların bir kova içine doldurulmuş so­ğuk suya daldırılıp yarım dakika kadar tutulması çok rahatla­tıcıdır. Bütün vücut dinçleşir ve baldır kaslarının yorgunluğu alınmış olur. Çıplak ayakla karda ya da yerde yürümek de ay­nı etkiyi sağlar.
Yüz (göz) banyoları: Yüz üç kez soğuk suya daldırılır ve gözler birkaç kez açılıp kapatılır. Yüz banyolarının görme gü­cünü artırması ve kirpik köklerindeki iltihaplı durumlara iyi gelmesi yönünden yararlan vardır. Sıcak yüz banyoları göz­lerdeki her türlü iltihaplı hastalıklarda yararlıdır.
Buhar banyoları: Bu banyolar çoğu kez kısmi olarak ve bazı yararlı otlar banyo suyuna karıştırılarak 10-20 dakika sü­reyle yapılır. Buhar banyosundan sonra bir süre yatakta din­lenmeli ve ondan sonra soğuk suyla bir duş yapmalıdır. Ayaklara uygulanan buhar banyoları, ayak terlemesi, bal­dır krampları, güç iyileşen yaralar, romatizmal durumların te­davisinde uygulanan bir yöntemdir.
Ayrıca, idrar torbası, yumurtalıklar, karaciğer büyümesi, böbrek, safrakesesi ve bağırsak koliklerinde, âdet sancıla­rında vücudun belden aşağı bölgesine buhar banyosu uygu­lanabilir. Bu takdirde erkeklerin testis torbalarını bir bezle korumaları gerekir.


Başa uygulanan buhar banyosu: Bu banyo solunum yolları iltihaplarında, nezlelerde ve romatizmal durumlarda salık ve­rilir. Kronik kulak hastalıklarının bir tedavi yöntemi de kulak içine bir borucuk aracılığıyla uygulanan buhar banyosudur.

Hasta Diyeti

Hasta bir şahsın yedirilmesi ve beslenmesi normal bir kimseye nazaran çok daha fazla dikkat ister. Hastanın kendisine verilen yiyecekleri tam olarak yemesi fakat başka şeyler yememesi lazımdır. Yemek dağıtmaya başlamadan önce ellerin ve elbiselerin son derece temiz olmasına dikkat etmelisiniz. Zira ekseri hastalar iştahsızdırlar ve yemeklerin lezzetsiz olduğundan şikayet ederler. Bunun için yemeklerin sıcak verilmesine ve mümkün olduğu kadar iştah açıcı şekilde hazırlanmış olmasına itina etmek sizin için çok önemli bir vazifedir. Tepsideki yemekler cazip bir şekilde düzenlenmeli, dökülmüş olmamalı ve dondurulmuş yiyecekler de erimiş olmalıdır. Yemekler hastalara zamanında verilmeli ve yendikten sonra da tepsiler derhal kaldırılmalıdır.


Yemekten önce hastanın elleri yıkanmalı ve yemek yerken rahat etmesi için kendisi en uygun bir durumda bulundurulmalıdır. Hastanın etrafında bulunan kirli tepsiler, kanlı ve cerahatli sargılar ve kusmuk küveti gibi tiksinti verecek şeyleri kaldırmak lazımdır. Hastaların çoğu yemeklerini kendileri yiyecek durumda değildirler. Bunları rahat bir şekilde yemek yedirmeye gayret etmelisiniz. Eğer hasta doğrulamıyorsa içkileri ve sulu yiyecekleri bir tüp veya kamış ile veriniz. Hasta yemekte ne acele etmeli ve ne de lüzumundan fazla oyalanmalıdır. Siz de hastaya acele ediyormuş hissini vermeyiniz.

Unutmayınız ki hastanın her şeyden evvel iyi beslenmeye ihtiyacı vardır.

Çilek Aşkı :)

Muhteşem bir çilek sorbenin içine atılmış kalp şeklinde çikolata taneleri ve bu tanelerin içlerine doldurulmuş nefis çilek sosu!
Dondurmanızı yerken ağzınıza gelen çikolataları ısırdığınızda çilekli dondurma ile çikolata karışımının muhteşem uyumu sizi kendisine aşık edecek.
Carte d’Or Çilek Aşkı ile duygularınızı harekete geçirin ve Çilek Aşkı’nın, çikolata tutkusuyla birleştiği o özel anın tadına varın!

25 Ağustos 2009 Salı

Kuşadasında Tatil İmkanları

Tuntaş Apart Kuşadası; 280 toplam odadan oluşur, odaların 70 tanesi aparttır.

Oda Özellikleri: Tuntaş Apart Kuşadası odalarında; Direkt telefon, minibar, güvenli kasa, uydu yayını, split klima, buzdolabı, mutfak araç gereçleri bulunmaktadır.

Genel Özellikler: Otelde; Bahçe, tv odası, market, jeneratör, ücretsiz otopark hizmetleri verilmektedir.

Spor Ve Eğlence:
Tuntaş Apart Kuşadası bünyesinde; Yüzme havuzu, çocuklar için çocuk havuzu, masa tenisi ve çocuk oyun alanı bulundurmaktadır.

Yeme İçme:
Tuntaş Apart Kuşadası; Kahvaltı salonu, lobi bar, snack bar, 1 kapalı restaurant (100 kişilik), 1 açık a la care restaurant, (150 kişilik) Breakfast lounge, lobby bar, snack bar. 1 indoor restaurant (100 pax), 1 outdoor a la carte restaurant (150 pax) mevcuttur.

Lokasyon: Tuntaş Apart Kuşadası; Kuşadası’na 3 km. A.Menderes Havaalanına 70 km mesafede olup denize sıfırdır.

Cilt Bakımı

Güzel bir cilde sahip olabilmek için bu önerilere kulak verin... Aynanın karşısına geçip de yüzüne bakmayan kadın var mıdır? Sağlıklı bir ciltle mi karşılaşıyorsunuz yoksa çatlamış, solgun, sivilceli bir suratla mı? Güzel bir cilde sahip olmak istiyorsanız önerdiğimiz 10 besinden yararlanın...
Her kadın, güzel ve bakımlı bir cildi olsun ister. Bu uğurda da çok para harcar. Oysa sağlıklı bir beslenmeyle de pırıl pırıl bir cilde sahip olabilir. Beslenme ve Diyet Uzmanı Turgay Köse, cildinize yeniden hayat veren besinleri sizler için sıraladı...
Ispanak sivilcelere iyi geliyor
Koyu yeşil yapraklı bitkilerde bol miktarda antioksidan ve bir kısmında bol miktarda demir bulunur. Eğer ıspanak gibi sebzeleri yemiyorsanız, yeterli miktarda demir alamıyorsunuz demektir. Bu da yüzünüzde koyu renkli halkaların oluşmasına sebep olur.
Cilt kuruluğu için zeytinyağı
Pürüzsüz bir cilt için zeytinyağı birebir! Eğer cildiniz kuru ve dökülen bir yapıdaysa bu sizin yeterince yağ almadığınızı gösterir. Bu durumda yemek listenize zeytinyağı eklemek zorundasınız. Bir hafta içinde cildinizin kuruluktan kurtulduğunu göreceksiniz. Bir diğer probleminiz de tıkanmış gözeneklerse, yine zeytinyağında bulunan yağ asitleri bunların temizlenmesinde yardımcı olacaktır.
Teninizin vazgeçilmezi su
Cildiniz soluk ve gri renkte ise kurumuş demektir. Kuru bir cildi canlandırmanın en iyi yolu da sudur. Nemli bir cilt her zaman daha sağlıklı ve dinç görünür. Ayrıca kırışıklıkların daha az görünmesini sağlar. Her gün mutlaka 2 litre su için.
Esnekliği brokoli sağlar
Kansere karşı etkili olan kimyasalları içeren brokoli, A ve C vitaminleri gibi antioksidanlar açısından da oldukça zengin bir sebzedir. Brokolideki C vitamini cildi esnekleştirir, morarma ve çürümelere engel olur.
Kırışıklıklara dut ve ahududu
Dut, böğürtlen, ahududu gibi meyveler yaşlanmayı geciktirir. Ayrıca hafızayı kuvvetlendirmede faydası vardır. Yiyeceğiniz bir avuç çilek içinde bulundurduğu C vitamini sayesinde günlük ihtiyacınız olan kolajeni üretmeye yetecek düzeydedir.
İnce çizgilere karşı somon balığı
Somon balığı Omega - 3 yağ asitlerini içerir. Bu asitler kolajeni yok etmek için savaşır ve yüzdeki ince çizgilerin derinleşmesini engeller.
Kantolup kavunu canlandırıyor
Kantalup kavunu likopen gibi karotene benzer maddeleri içerir. Bu maddeler kolajenin hasar görmesi durumunu azaltır. Eğer soluk bir cilde sahipseniz bu kavunu yemek cildinizin rengini kısa sürede yerine getirecektir.
Aknelerin düşmanı soya
Soya içerdiği östrojene benzeyen kimyasallar nedeniyle akne oluşumunun düşmanıdır. Ayrıca soyada cildi nemli tutan E vitamini de bol miktarda bulunur.
Havuç yiyin, yüzünüz nemlensin
Havucun içinde bulunan beta karoten, kuru ciltler için uygundur. Dolayısıyla havuç içerdiği karoten sayesinde cilde nem verir ve kırışıklıkları önler.

Hepatit nedir

Hepatit karaciğerin iltihabıdır ve insan vücudunda bir çok olumsuz bulguya yol açar. Hepatitlerin bazıları virüslere bağlı , bazıları da değildir. Bazı toksik ilaçlar ve bağışıklık sistemi (immün sistem) bozukluklarıda karaciğer iltihabına neden olabilir. Hepatitlerin en çok rastlanan türü, virütik olanlardır. "Hepatit" terimi ile işte bu "viral hepatit"ler söylenmek istenmektedir. Karaciğerin taze, alevli iltihabına "Akut Viral Hepatit", 6 aydan fazla sürmesi haline ise "Kronik Viral Hepatit" adı verilmektedir.

Her sarılık Hepatit midir ?

Türkiye'de halk arasında, viral hepatitle sarılık özdeşleştirilir ve her sarılık "viral hepatit" zannedilir. Halbuki sarılık bir hastalık değil belirtidir. Birçok hastalık sarılık (belirtilerine) neden olabilir. Örneğin, ana safra kanallarında taş olması sarılığa neden olabilir. Ancak viral hepatit'le hiçbir ilgisi yoktur ve bulaşmaz. Yeni doğanlarda rastlanan sarılığın da "viral hepatit"le bir ilgisi yoktur ve bulaşmaz.

Hepatit yapan nedenler nelerdir ?

En başta;

* Virüsler (A,B,C,D ender rastlanan E,F,G gibi)

* Toksik kimyasal maddeler (Karbon tetraklorür , vinylchlorür gibi)

* Bazı ilaçlar (örneğin tüberküloz tedavisinde kullanılan İNH, bazı sinir hastalığının tedavisinde kullanılan chlorpromazin gibi) ve özellikle batı ülkelerinde daha fazla görülen alkol

* Bazı mikroplar (Tüberküloz,brucella),

* Radyasyon;

* Genetik olarak geçen nadir hastalıklar , demir depolama hastalığı (Hemokromatozis) (irsi olarak geçen ,başta karaciğerde olmak üzere demir birikmesiyle organ hasarına yol açan ender bir hastalık), bakır depolama hastalığı (Wilson hastalığı) (bakır metabolizması bozukluğu nedeniyle özellikle karaciğerde ve gözün kornea tabakasında bakır depolaması ile karaciğerde hasara neden olan ender bir hastalık) .

Hepatit A

Hepatit A virüsü (HAV) fekal ve oral yollardan bulaşır. Kontamine sular sık rastlanan bir enfeksiyon kaynağıdır. HAV göl sularında 4 haftaya kadar enfeksiyöz olma özelliğini korur. Kuluçka süresi 14-15 gündür. Parenteral bulaşma istisnadır. Yaşam standardının yükselmesi ve hijyen koşullarının iyileşmesine bağlı olarak toplumun kontaminasyonu geçtiğimiz on yıllar içinde önemli ölçüde azalmıştır. Hepatit A'ya karşı antikorlar 18 yaşın altındakilerin % 5'inden azında, ve 70 yaşın üzerindekilerin % 75'inden fazlasında bulunur.

TANI Antijen: Hepatit A virüsü, prodrom döneminde dışkıda gösterilebilir. Kanda genellikle gösterilemez çünkü aşikar hastalık döneminde virüs replikasyonu sona ermiştir. Bu nedenle söz konusu antijen için dışkıda veya kanda yapılan elektron optik veya immunolojik testler bilimsel çalışmalar dışında endike değildir.

Antikorlar: IgM sınıfı spesifik antikorlar infeksiyon sonrasında 14 gün daha saptanabilir. IgM sınıfı antikorlar birkaç gün sonra ortaya çıkar. Bir kural olarak, IgG ve IgM sınıfı antikorlar aynı zamanda gösterilir. Bunlar mevcutsa ve hepatitin klinik kanıtları varsa, varlığı hepatit A'yı gösteren IgM sınıfı antikorlar için bir test yapılır.

KLİNİK GİDİŞ Olguların % 99'dan fazlasında hepatit A 3 ay içinde spontan olarak iyileşir. Olguların % 0.1'inden azında fulminan hepatit görülür. Sarılık, olguların % 90 kadarında vardır. Yüzde 95'inden fazlasında transaminaz eğrileri bir zirve yapar ve hızla normale döner. Fulminan hepatitten sonra gürültüsüz bir karaciğer sirozu gelişebilir.

TEDAVİ Spesifik tedavi yoktur. Fulminan hepatitte yoğun tıbbi tedavi endikedir. Komplike olmayan olgularda medikal zeminde kesin yatak istirahati gerekli değildir.

PROFİLAKSİ Endemik bölgelere seyahat edenler için aktif aşılama ile profilaksi yapılabilir. Başlangıçta 1ml enjeksiyonu takiben 2-4 hafta ve 6-12 ayda enjeksiyonlar uygulanır. Aşılamanın başarı oranı %95'in üstündedir. Gamma globulin preparatları ile pasif inokülasyon (0.1 ml/kg vücut ağırlığı veya 5.0 ml im) bugün nadiren endikedir. Enfeksiyon ortaya çıkmış olduğundan ev koşullarında bu uygulama genellikle başarılı olmaz. Bulaşmayı önlemek için hijyen koşullarını düzeltici önlemlere derhal uyulması önerilir. Hijyen önerilerine sıkı bir şekilde uyulması ve aktif aşılama en iyi profilaksidir.

Hepatit B

Bulaşma:

HBV enfeksiyonu bütün dünyada hepatitin en sık nedenidir. Özellikle üçüncü dünyada bu virüsün semptomsuz taşıyıcılarının sayısı 200-300 milyon arasında olup, bunların çoğu enfeksiyonu vertikal olarak edinmiştir. Almanya'da yeni enfeksiyon insidansı yılda 100 bin kişide 35'dir. Geçmişte kan transfüzyonları en sık bulaşma nedeni iken, günümüzde transfüzyon ünitesi başına bulaşma riski % 0.4'ten düşüktür. Yeni enfeksiyonlar öncelikle yüksek risk gruplarında (ilaç bağımlılığı, çok eşlilik) görülür. HBsAG pozitif hastaların partnerleri arasında hepatit B enfeksiyonu prevalansının yüksek oluşu, cinsel yolla bulaşabileceğin göstermektedir. Kuluçka süresi 4-6(9) aydır. Çok yüksek virüs yoğunluğu durumunda az miktarda kan bile bulaşma için yeterlidir.

Yapı:

Hepatit B virüs hepadnavirüsler ailesine dahil bir DNA virüsüdür. Çapı 42 nm'dir. Virüsün yüzeyinde 3 ayrı yüzey antijeni vardır. Nükleokapsid proteini DNA ile birliktedir. ve P geninin ürünüdür. HBe antijeni HBcAG'nin büyük parçaları ile sekansiyel homoloji gösterir.

Tanı:

Antijenlerin gösterilmesi: HBsAg enfeksiyondan sonra 2-8 hafta içinde pozitifleşir ve olguların çoğunluğunda enfeksiyondan 4 ay sonra serumda gösterilemez. Akut hepatitte e-antijenleri serumda yalnızca kısa bir süre bulunur. Kronik hepatit veya karaciğer sirozunda bu antjenler viral replikasyonun devam ettiğinin bir işaretidir.

Ze4ytinyağlı bamya

1 kg bamya
2 Adet soğan
2 Adet domates
1 Su bardağı sıvıyağ
1 Çay bardağı limon suyu
Yarım tatlı kaiığı tozşeker
1 Çay bardağı sirke
Tuz
Süslemek için limon dilimleri




Hazırlanışı
  • Bamyaları ayıklayıp sap kısımlarını yuvarlak veya huni şeklinde kesin.
  • Bamyaları 1 tatlı kaşığı tuz ve 1 çay bardağı sirke karışımında 5 dakika bekletin.
  • Soğanı ince kıyıp sıvıyağda pembeleştirin.
  • Bamyaları yıkayıp süzgece alın ve bekletmeden soğana ilave edin.
  • 1-2 dakika soğanla pişirin.
  • Domateslerin kabuklarını soyup küp şeklinde doğrayın.
  • Bamyaya ilave edip 2-3 dakika daha pişirin.
  • Tozşeker ve limon suyunu ekleyip tuz serpin.
  • Bamyaların seviyesi kadar sıcak su ilave edip kapağı kapalı olarak pişirin.
  • Limon dilimleriyle süsleyip soğuk olarak servis yapın.
  • NOT : Bamya pişerken üzerine yağlı kağıt serip kapağını kapatın ve bu şekilde yemek daha lezzetli olacaktır.
       Zeytinyağlı Bamya yemek tarifleri

Obezite

Obezite ya da halk arasında bilinen adıyla şişmanlık nedir?

Kilonun fazla olması mıdır, yoksa biraz topluca olmak ya da göbekli olmak mıdır? Listeyi daha da uzatmak mümkün, ancak hiçbirimizin aklına kolay kolay gelmeyen, belki de gelmesini istemediğimiz bir tek cevabı var bu sorunun: Obezite vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka tedavi edilmedi gereken bir hastalıktır!

Evet, obezite kronik, yani tedavi edilmezse uzun süre gittikçe kötüleşerek devam eden bir hastalıktır.

Obezite Nasıl Oluşur?

Obeziteye neden olan çok yemenin mekanizmasında beyindeki iştah merkezi önemli rol oynamaktadır. İnsan ve hayvanlarda tokluk ve açlık sinyallerini alan merkezler olduğu gösterilmiştir. Beyinde besin alımını etkileyen çeşitli maddeler(peptidler; kolesistokinin, ürokortin ve nöropeptid Y) bulunmaktadır. Kolesistokinin ve ürokortin besin alımını azaltırken, NPY ise besin alımını artırmaktadır. NPY beynin pek çok bölgesinde bulunur. Birçok obezitede beynin çeşitli bölgelerinde NPY’nin arttığı gösterilmiştir. İnsülin vucutta bulunan şekerin regülasyonunu sağlar. Obez çocuklarda hiperinsülinemiye(kanda insülinin fazla olması) rağmen normal glukoz düzeyleri insülin direncinin varlığını gösterir. Önlem alınamadığı durumda insülin direnci nedeniyle glukoz toleransı bozulup hiperglisemi(kanda glukozun arttığı durum) gelişebilecektir. Vücut ağırlığının artması ile birlikte insülinde de belirgin artış olmaktadır. Yağ hücre kütlesinin büyümesi ve insülin gereksiniminin artmasına karşın reseptör sayısının azalması insülin direncine yol açmaktadır. Bu nedenle özellikle son yıllarda sıklığının gittikçe artmasıyla gündeme gelen adolesan çağda tip II diyabetes mellitus(tip II şeker hastalığı) hastalığının obez çocuklarda ortaya çıkışı kolaylaşmaktadır.

Obezite nasıl bir hastalıktır?


Obezite insan vücudunda bulunan tüm sistemleri -kalp ve damar sistemi, solunum sistemi, hormonal sistem, sindirim sistemi gibi- sinsice etkileyen ve birçok önemli rahatsızlığa zemin hazırlayan bir hastalıktır.

Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, solunum rahatsızlıkları, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri, kısırlık, idrarsızlık, safra kesesi hastalıkları, taş oluşumu ve bazı kanser türleri obezite ile doğrudan ilişkili hastalıklardan birkaçıdır. Bu durumda obeziteyi, insan yaşamını kısaltan ve yaşam kalitesini de olumsuz yönde etkileyen bir hastalık olarak tanımlayabiliriz. Yapılan araştırmalara göre obezite, özellikle son 20 yılda, bütün dünyada süratle artıyor ve bir salgın hastalık gibi yayılıyor. Uzmanlar 21. yüzyılın en önemli üç hastalığından biri olarak görüyorlar obeziteyi. Bu salgından ülkemiz de oldukça etkilenmiş gibi görünüyor. Çünkü, kadın nüfusumuzun yaklaşık üçte biri, erkek nüfusumuzun da yaklaşık beşte biri obez, yani şişman.

Kimler obezdir?

Bu sorunun yanıtını bulmak için, bugün bütün dünyada uygulanan çok basit bir yöntemi biz de rahatlıkla kullanabiliriz. Beden Kitle indeksi ya da İngilizce bilinen adıyla Body Mass Index (BM) denen ve kolayca hesaplanabilen bir oran yoluyla, herkes kendi kendine fikir sahibi olabilir.

Tedavi

Diyet: Dengeli ve az kalorili diyet uygulanır. Normal kalori gereksinimi %30-40 oranında azaltılır. Diyet %25-30 oranında yağ, %50-55 oranında kompleks karbonhidrat ve %20-25 oranında protein içermelidir. Toplam kalori 5-8 öğüne bölünerek verilmelidir. Bu diyet 5 yaş ve üstü çocuklarda güvenle uygulanır. Haftada 0.5 kg verilmesi amaçlanır. Diyet ile yavaş bir biçimde kilo verilmesi, kilo kazanımı olmaksızın boy uzamasının sürdürülmesi, diyet, egzersiz ve yeme davranışlarının değiştirilmesi, ailenin tedavi sürecine katılımı ve obezitenin yinelemesinin önlenmesi sağlanmalıdır.

Peki sonucu bulduktan sonra nasıl hareket etmemiz, ne yapmamız gerekiyor?

Size bunlarla ilgili küçük ama önemli önerilerimiz var.

Eğer beden kitle indeksiniz 18.5 in altında ise zayıfsınız. Bu halinizden memnun olabilirsiniz ancak, normal sınırların altında olduğunuzu sakın unutmayın. Yani siz de sağlığınıza ve beslenmenize dikkat etmek durumundasınız.

Beden kitle indeksiniz 18.5-25 arasında ise, sizin durumunuz gerçekten ideal demektir. Büyük olasılıkla dengeli besleniyorsunuz ve egzersizi ihmal etmiyorsunuz.. Fakat 25 civarında dolaşmaya başlarsanız, birşeyler aksıyor demektir..

25-30 arası eden beden kitle indexine sahipseniz derhal harekete geçmenizi tavsiye ederiz. Fazla kilolu olmak sizi şu an için rahatsız etmiyor olabilir, ancak unutmayın ki vücudunuzda birikmiş olan yağlar size sinsice tuzaklar hazırlıyor olabilir. Belki siz de bazı hastalıkları farkediyorsunuz. Örneğin bir iki kat merdiven çıkarken nefes nefese kalıyor ve daha çok terliyorsunuz ve eminiz ki siz bunları kilonuza değil de, yaşınıza veya başka alışkanlıklarınıza bağlıyorsunuz bunlar büyük olasılıkla vücudunuzun size verdiği önemli işaretler. Sizi kibarca kilonuzdan dolayı uyarıyor. Lütfen onun sesine kulak verin. Yapmanız gereken hiç de zor değil. Bir süre hergün neler yediğinizi ve herhangi sıklıkla yediğinizi, ne kadar süre hareket ettiğinizi kolaylıkla farkedeceksiniz. Bu durumu düzeltmek hiç de zor değil.

Hesapladığınız beden kitle indeksi 30 ve üzerinde çıktı ise, biliniz ki tıbben hastasınız. "Ben halimden memnunum" demeyin sakın çünkü siz de sorunlarınızın farkında olmayabilirsiniz., en kısa sürede kendisini ziyaret etmeniz ve yardımını istemeniz gerekiyor. Elbette kendi başınıza da yapabileceğiniz birçok şey var, ama doktorunuzun yardımları ve desteği işinizi çok kolaylaştıracaktır.


Obezite ile mücadele, birkaç hafta veya birkaç ayla sınırlı,"mucize diyetler ile ya da "gelin sizi 15 günde tığ gibi yapalım" merkezleri ile başarılabilecek bir iş değildir. Başarı sadece sizin kendi isteğiniz ve doktorunuzun yardımı ile, yaşamınızda yapacağınız küçük ama önemli değişikliklerle sağlanabilir.

Araştırmalar göstermektedir ki, verilen ve geri alınmayan 3-5 kilo bile bütün şikayetlerinizde azalmaya hatta bu şikayetlerin kaybolmasına yetmektedir. Fazlasını siz düşünün!

Kekik nelere faydalıdır

Kekik içerdiği timol sayesinde antiseptik, güçlendirici ve uyarıcı etkisi vardır. Timol yada kekik kafuru virüs ve bakterileri uzaklaştırır. Kekik suyuyla yapılan banyolar vücudu dinlendirir.

Kekiğin çiçekli sapı idrar söktürücüdür.

Vücuttaki yağları eritir. Bu özelliğinden dolayı vücuttaki suyu atar. Hem kilo vermeye, hem de vücuttaki kan sirkülasyonunu hızlandırdığından dolayı kalbe faydalıdır.

Spazm gidericidir. Böbrek taşlarının düşürülmesine yardım eder. Adet düzensizliği ve damar sertliğinde 30gr kekik, 1 litre suda haşlanır, her yemekten sonra birer kahve fincanı içilir.

Kan şekerini düşürür. Kekik-Tarçın.-1 su bardağı suya yarım kahve kaşığı kekik, yarım kahve kaşığı tarçın konur kaynatılır, süzülür. Sabahları aç karnına içilir.
Salgı bezlerini uyarıp düzenli çalışmasını sağlar. Her türlü karın ağrısını ve gazı gidericidir. İştah açıcı,hazmı kolaylaştırıcı,mide bulantısını teskin edici olarak kullanılır. Bağırsak parazitlerine karşı etkidir. Kaynatılarak suyu balla içilir.

Düşükleri kolaylaştırır.

Baş ağrılarına iyi gelir. Geçici olarak tansiyonu düşürür.

Hafızayı kuvvetlendirir,kalp sancısına iyi gelir. Ödü buruna damlatılırsa da zihni sadeleştirir, hafızayı yeniler. Ciğeri sara hastalığına karşı iyi gelir.

Sinirsel yüz ağrılarında kullanılır. Kekikotu, papatya ve civan perçemi, güneşli havada toplanıp bir kuru bitki yastığı hazırlanıp uygulanır. Diğer taraftan da aynı bitkilerin karışımından hazırlanmış çay içilir. Eğer krampta varsa kurutulmuş Kurtpençesi yastığı da uygulanır. (Başlangıçta İsveç şurubu kompresi hafif bir rahatlık sağlayabilir.)
Soğuk algınlığında kekik otu pekmezi yemeklerden önce kullanılır. Balgam söktürücüdür. Öksürük, Astım krizini yatıştırmaya, bronşit ve uykusuzluğa iyi gelir: Kekik otu ve sinirli ot karışımından hazırlanan çay, limon ve nöbet şekeri ile karıştırılarak kullanılmalı. Bu çay günde 4-5 kez hazırlanır saatte bir yudum alınarak gün boyuna yayılmalı. (Özellikle çocuklarda) 5′ er gram kekik, sirke ve biraz tuz ile içilir.

Öksürüğe, bal ile macun yapılıp yenir. (Soğuktan kaynaklanan) Kesme şekerin üzerine günde 3 defa kekik yağı damlatılıp yenir.

Ağız antiseptiğidir. Diş ağrısını giderir. Kimyon ve sirke ile kaynatılıp gargara yapılır. Çocuklarda kansızlığı önler. İshallere ve zehirlenmelere faydalıdır.

Kötürümlükte, sinir hastalıklarında, romatizma ve burkulmalarda kullanılır. Kekik otu banyoları yapılır. İçten, günde 2 fincan kekik otu çayı içilir. Dıştan bitki yastığı yatmadan önce ısıtılarak uygulanır. Yastık, mide ve dölyatağı hastalıklarına da iyi gelir.

Tifo hastalığında 20 dakikalık kekik otu banyosu yaptırılır.

Yara yanık ve apseleri iyileştirir. Ezik, burkulma, şişlik, morartı ve gut hastalığı, felç tedavisinde, romatizmada kullanılır. Tırnak düşerken oluşan yaraya antiseptik olarak kekik yağı sürülür. Kekik yağıyla yapılan masaj kan dolaşımını arttırır, romatizmaya da iyi gelir. Kekik yağı mide, baş, ve diş ağrılarına iyi gelmekle birlikte tümör yapıcı madde olduğu ve karaciğer üzerinde zararlı etkileri olduğundan dikkatli kullanılmalıdır.

Egzama ve uyuzda kaynatılarak banyoda sürülür.

Sara krizlerine karşıda önerilir. Günde 2 fincan çay, yıl boyunca,10 günlük aralarla 2 veya 3 haftalık kürler dahilinde içilir.

Afrodizyaktır.

Alkol bağımlılığında; bir avuç dolusu bitki,1 litre kaynar suda haşlanır, üstü kapanır ve demlenmesi için 2 dakika beklenir. Çay termosa doldurulur ve alkolik kişiye her 15 dakikada bir yemek kaşığı içilir. Bunu mide bulanması, kusma, dışkı- idrar çıkarma, terleme, yeme-içme için duyulan iştah izler. Bu uygulama gerektiğinde yenilenmelidir.

Saç bakımı için; kafa derisindeki mikropları öldürür. Kan dolaşımını hızlandırır. Dökülen saçların yerine yenisini çıkarır, saçın fazla yağını alır. 6 bardak kaynatılmış suya 1 avuç kekik konur, üstü kapalı olarak 5 dk. kısık ateşte kaynatılır, demlenir ve tülbentten süzülür. Temiz saç bu tonikle ovulur. 125gr kekik, 1litre suda haşlanarak saç banyolarında kullanılırsa, kırılan, dökülen saçları canlandırır, hoş bir parlaklık verir.

Kekikten doğal boyamacılıkta da yararlanılır. Yapraklarından çeşitli mordanlarla bej, gri ve haki renk elde edilir. Yün ve pamuk ipliklerinin boyanmasında kullanılır.

Şap hastalığına karşı, hayvanın ağzı kaynatılmış kekik suyu ile yıkanır. Hayvanların dişeti iltihabında bir miktar kekik, şarapla karıştırılarak sürülür.
KULLANIM BİÇİMLERİ

Çay hazırlamak: Bir çay kaşığı dolusu bitki, bir fincan kaynar suda haşlanır ve demlenmesi için kısaca bekletilir. Yada 1 kahve kaşığı kekik, 1 su bardağı kaynar suda 10 dakika bekletilir. Günde 2 su bardağı içilir.

Banyo katkısı: Bir tam banyo için 200gr.(genel böl. tam banyoya bak)

Kekikotu tentürü: Öğle güneşinde toplanmış çiçekli saplar gevşekçe bir şişeye doldurulur ve üstüne konyak, bitkilerin iki parmak üstüne çıkana kadar eklenir. Güneşte veya sıcak bir yerde 14 gün bekletilir. Kekikotu yağı: Aynı tentür işlemi gibidir, fakat konyak yerine zeytinyağı kullanılır.

Kekikotu pekmezi: Öğle güneşinde toplanmış çiçekler ve saplar bir cam turşu kabına doldurulurken ıslak ellerle nemlendirilirler. Bir sıra bitki, bir sıra ham şeker olmak üzere kap bastıra bastıra doldurulur ve üç hafta güneşli bir yerde bekletilir. Süzme sırasında, şekerlenmiş çiçekler ve saplar, biraz su ile yıkanmalı ve bu su pekmeze eklenmelidir. Elde edilen sıvı ağır ateşte, kaynatmadan ısıtılarak, içindeki suyun buharlaşması sağlanır. Pekmez ne ince, ne de kalın olmalıdır. Bu nedenle, biraz soğutarak denemek gerekir.
Kekik yağı: Sızma zeytinyağı ile birlikte kullanılan kekik yağı, ağrının olduğu bölgeye masajla birlikte uygulanırsa acıyı dindirir ve ağrının yayılmasını engeller.

Kekik suyu: Bağırsaklardaki parazitlerin düşmesini sağlar. Yatıştırıcı özelliği vardır.

Spazm çözücüdür, organizmanın düzenli çalışmasını sağlar. Mide için son derece faydalıdır. Kolesterolü düşürür. Böbrek ve kum taşlarında iyi sonuç verir. Ağız, diş ve boğaz iltihaplarında gargara yapılırsa iyileştirici etki sağlar. Sara krizini önler. Vücuttaki fazla yağların yakımında etkilidir. Mide, karın ve baş ağrılarında etkilidir.
UYARI: Hamileler ve guatr olanlar kullanmamalıdır. (Guatrı olanda, tecrübe edilmiştir; halsizlik, mide bulantısı, baş dönmesi,kalp çarpıntısı olmuştur.) Fazla içilirse (günde 2-3 fincandan fazla) tansiyonu düşürür. Yağında tümör yapıcı madde olduğu için dikkatli kullanılmalıdır

Ihlamur balı

Yalova'da üretilen ıhlamur balı Türkiye piyasasında olduğu kadar yurtdışında da rağbet görüyor.Türkiye'de sadece Artvin ve Yalova'da ağırlıklı olarak üretilen ıhlamur balı iç ve dış piyasada adeta kapışılıyor. Kilosu 25-30 milyon arasında değişen bal, birçok hastalığın tedavisinde kullanılıyor. Yalova dağlarında bulunan ıhlamur ağaçlarının çevresine bahar aylarında yerleştirilen kovanlardaki milyarlarca arının ıhlamur çiçeklerinden topladığı nektardan oluşan bal, rengi ve aromasında da farklılık taşıyor. Normal bala nispetle daha koyu ve kıvamlı olan ıhlamur balını üretmenin zor olduğunu söyleyen arıcı Naci Yıldız, "Bu bal kanserin önlenmesinde insan metabolizmasına destek veren bir özelliğe sahip. Yine birçok hastalığın tedavisindede kullanılıyor. Bu yüzden çok talep görüyor. Ancak kısa sürede ve az miktarda üretilebilen bu balı her yerde bulmak mümkün olmuyor. Piyasada üzerine ıhlamur balı yazılarak satılan birçok bal gerçek ıhlamur balı değil. Zira bu bal koyu renkli ve diğerlerine göre daha kıvamlı olur. Kokusu ve tadı da farklıdır" dedi. Üretim aşamasında zorlularla karşılaştıklarını söyleyen Yıldız, "Orman yetkilileri ve köy muhtarları sürekli bizi rahatsız ediyor. Kovanlarımızı kaldırmamızı söylüyorlar. Devletin teşvik kredisi verdiği arıcılık bazen bilinçsiz insanlar sebebiyle ilerleyemiyor. Oysa bu bal Yalova ve Artvin dışındaki illerde üretilemiyor. İlimizde de kısıtlı bir zaman içerisinde toplanabilen bu bal ülke tanıtımında da rol oynuyor. Zira yurtdışından ciddi talep görüyor. Bu konuda yetkililer bizlere destek olmalı" şeklinde konuştu. çam balı, anzer balı, ıhlamur balı

Ancuez soslu hindi yemeği

Ançuez Soslu Hindi (4 Kişilik) tarif tarifi Malzemeler 
1 havuç
1 sap kereviz
1 soğan
1 çorba kaşığı elma sirkesi
500 gr taze hindi göğüs eti
1 yumurta
3 ançüez filetosu
3-4 dal maydanoz
Zeytinyağı, tuz, karabiber


Yemeğin Tarifi  
Tencerede bol miktarda su kaynatın, doğranmış havuç, kereviz, soğan ve sirkeyi ekleyin. Bir kaç dakika daha kaynatıp hindiyi ilave edin. Kısık ateşte 45 dakika kadar pişirin.

Soğuyunca suyunu süzüp çorba için ayırın. Katı pişmiş yumurtayı doğrayın. Önceden 1-2 dakika suda bekletilmiş ançüez, yumurta, maydanoz, sirke, tuz, karabiber ve zeytinyağını blendardan geçirerek krema haline getirin. Hindiyi dilimleyin ve sos ekleyerek servis yapın.

Beyaz Çikolatalı Parfe

Malzemeler 
225 gr Beyaz Çikolata
2.5 Su Bardağı Süt Kreması
1/2 Su Bardağı Süt
5 Yumurta Sarısı
1 Çorba Kaşığı Tozşeker
1 Çay Bardağı Hindistan Cevizi
1 Su Bardağı Şam Fıstığı
Süsleme için:
225 gr Sade Çikolata
1 Su Bardağı Krema
1 Çorba Kaşığı Bal


Yemeğin Tarifi  
Beyaz,çikolatayı küçük parçalara bölüp yarım su bardağı kremayla birlikte karıştırarak benmari usulü eritin. Hindistan cevizini ekleyip karıştırın ve soğumaya bırakın. 1 su bardağı kremayı ayrı bir kapta koyulaşıncaya kadar çırpın. Beyaz çikolatalı karışıma ilave edin.

1 su bardağı krema ve yarım su bardağı sütü küçük bir tencerede kaynatın. Tozşeker ve yumurta sarılarını derin bir kapta çırpın. Çırpmaya ara vermeden kaynar sütü ilave edin. Karışımı tencereye alıp kısık ateşte karıştırarak koyulaşıncaya dek 2-3 dakika pişirin. Kaynamadan ateşten alın ve karıştırarak soğutun.

Şam fıstıklarını suda bekletip soyun. Dikdörtgen bir kalıbı streç folyo ile kaplayın. Beyaz çikolatalı karışım ile yumurtalı karışımı çırpın. Yarısını cam kalıba alın ve buzlukta 2 saat bekletin. Şam fıstıklarını yayıp üzerine kalan karışımı ekleyin. 8 saat daha buzlukta bekletin.

Süsleme için; sade çikolatayı benmari usulü eritin. Kremayı ayrı bir kapta ısıtın. Ateşten alıp çikolata ve balı ekleyin, karıştırarak ılıtın. Parfeyi servis tabağına çevirerek kalıptan çıkarın. Streç folyoyu üzerinden alıp suya batırılmış keskin bir bıçakla dilimleyin. Üzerini çikolata ile süsleyip hemen sevis yapın.

23 Ağustos 2009 Pazar

Elma Kompostosu nasıl yapılır

Elma kompostosunun gerekli malzemeleri:elma

1 kg. elma
6 su bardağı su
1.5 su bardağı toz şeker

Elma kompostosu tarifi:

  • Yayvan bir tencereye 6 bardak su koyduktan sonra teker teker,kabukları soyulmuş ve çekirdekleri çıkarılımş elmaları ilave edin.
  • Sonra bunlara toz şekeri ilave edin.
  • Tencerenin kapağını kapatın.
  • Tencereyi ateşe oturtarak,elmalar yumuşak bir hal alana kadar kuvvetli ateşte pişirin.
  • Ateşten alarak komposto iyice soğuduktan sonra servis yapın.

Zeytinyağlı ßamya

Zeytinyağlı ßamya için gereken malzemeler:bamya

1 kg bamya
2 Adet soğan
2 Adet domates
1 Su bardağı sıvıyağ
1 Çay bardağı limon suyu
Yarım tatlı kaiığı tozşeker
1 Çay bardağı sirke
Tuz
Süslemek için limon dilimleri

ZEytinyağlı Bamya nasıL yapıLacak:

  • Bamyaları ayıklayıp sap kısımlarını yuvarlak veya huni şeklinde kesin.
  • Bamyaları 1 tatlı kaşığı tuz ve 1 çay bardağı sirke karışımında 5 dakika bekletin.
  • Soğanı ince kıyıp sıvıyağda pembeleştirin.
  • Bamyaları yıkayıp süzgece alın ve bekletmeden soğana ilave edin.
  • 1-2 dakika soğanla pişirin.
  • Domateslerin kabuklarını soyup küp şeklinde doğrayın.
  • Bamyaya ilave edip 2-3 dakika daha pişirin.
  • Tozşeker ve limon suyunu ekleyip tuz serpin.
  • Bamyaların seviyesi kadar sıcak su ilave edip kapağı kapalı olarak pişirin.
  • Limon dilimleriyle süsleyip soğuk olarak servis yapın.
  • NOT : Bamya pişerken üzerine yağlı kağıt serip kapağını kapatın ve bu şekilde yemek daha lezzetli olacaktır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...