3 Eylül 2009 Perşembe

Bebek Beslenmesi

0 – 1 YAŞ GRUBU BEBEKLERİN BESLENMESİ
 
            Yaşamın ilk birkaç yılı, sağlığın temellerinin atıldığı son derece önemli bir dönemdir. Bu kritik dönemde çocukların yaşaması ve sağlıklı büyüme ve gelişmelerinde yeterli ve dengeli beslenme belli başlı etmenlerden birisi, belki de en önemlisidir. Kişinin temel ihtiyaçlarından birisi olan beslenme; büyüme, gelişme ve sağlığın korunmasındaki en önemli faktördür.
 
            0 – 6 aylık bebeklerin, sadece anne sütü ile beslenmesine “doğal beslenme”denir. Doğal beslenme ilk 4 – 6 aylık bebekler için en iyi beslenme şeklidir. 6 aydan büyük bebeklerde (bazen 4. aydan sonra) anne sütü tek başına yeterli olmaz. Bu nedenle diyete daha katı besinleri eklemek gerekir. Bu aylarda ek besinlere başlanmasının bir diğer nedeni bebeği diğer besinlerin tadına alıştırmaktır. Bebeğin kilo alma durumuna göre ek besinlere 4 – 6. aylar arasında başlanması sağlanmalıdır. Başlangıçta anne sütünü tamamlayıcı olarak verilen bu besinler, 9 – 12. aylarda esas besin olarak bebeğin beslenmesinde yer alır.
 
            Ek besinler; teker teker, az miktarlarda (1 – 2 çay kaşığı) başlanmalı, her gün miktarı artırılmalı, yeni bir ek besin 1 – 2 gün ara ile eklenmeli, kaşık ve bardak ile verilmelidir. İlk başlanacak ek besinler elma veya şeftali suyu ve püresi ile yoğurttur. Bunları izleyerek diyete sebzeler, diğer meyve suları, yumurta, etler eklenir. Sebze ezmeleri ve çorbaları her gün taze olarak pişirilir. İçine un ve yağ da eklenerek zenginleştirilir.
 
            Normal süt veren annenin sütü 4 ile 6 ay kadar bebeğin enerji ve besin öğeleri gereksinmelerini karşılayacak durumda olduğuna göre, bu dönemde anne sütü alamayan bebeğe, eğer olanak varsa en azından 4 – 6 aya kadar anne sütüne en yakın olan ticari formüla sütleri de verilebilir.
 
            Normal süt veren bir anneden bebek ortalama günde 700 – 800 ml. Kadar süt emmektedir. Bu miktardaki süt bebeğin ilk 4 – 6 ayına kadar büyüme ve gelişmesini sağlayabilir, ancak bu aylardan sonra gerek annenin süt salgısının gittikçe azalması, gerekse bebeğin ağırlık kazanarak büyümesi, bebeğe, anne sütü yanı sıra tamamlayıcı besinlerin verilmesini gerektirmektedir. Normal anne sütü ile beslenen bebeğe verilecek ek besinler şunlardır:
Yoğurt :Anne sütünden sonra ilk başlanan ek besinlerden biridir. İlk kez 1 kaşık verilerek miktarı zamanla artırılır.
 
Meyve suları ve ezmeleri :Anne sütü yeterli olduğunda 4 – 6. ayda verilir. C vitamini için en uygun yiyecekler turunçgiller ve domatestir. Bunların bulunmadığı yerlerde elma, şeftali suları da verilebilir. Meyve önce iyice yıkandıktan sonra suyu sıkılır. Günde 1 çay kaşığı ile başlamak suretiyle miktar gittikçe artırılır. Meyveler sıkılır sıkılmaz bekletilmeden bebeğe verilmelidir. Yalnız anne sütü ile beslenenlere 6. aydan itibaren verilmeye başlanır. Meyve ezmeleri 4. aydan itibaren verilir. Anne sütüyle beslenen bebeğe meyve suyu, meyve ezmesi, anne sütü ile aynı zamanda verilmez. Meyve suyu, ezme ve püresi anne sütü verildikten 2 saat sonra verilir.
 
Tahıllar : Pirinç unu, buğday unu, pirinç, bulgur, ekmek içi, yoğurtla çorba yapılarak verilir. Tarhana çorbası da bebek için uygun ek besindir. Tahıllar 4. ayda verilir.
 
Çorbalar : Yoğurda alışmış bebeğe 1 yemek kaşığı ile başlamak suretiyle tarhana, yayla, sebze çorbaları gibi besleyici değeri yüksek olanlardan verilmeye başlanır.
 
Yumurta :Yoğurt, meyve, tahıllı besinler ve sebze çorbasına alıştırılmış bebeğe, suda katı pişmiş yumurta sarısından 1 çay kaşığı verilir ve miktarı zamanla artırılır. Yumurta, sebze çorbasına karıştırılarak verilebileceği gibi, ekmek içi ve sütle ezilerek de verilebilir. Yumurta beyazı 7 – 8. aylarda verilir.
 
Et ve kurubaklagiller : Yoğurt, sebze, tahıllı besinlere alışmış bebeğin, sebze çorbasının içine biraz kıyma konularak ete alıştırılır. Zamanla tavuk ve balık etleri de sebzelerle birlikte ezilerek verilebilir. Yine kıyma yerine, sebze çorbasına kırmızı – sarı mercimek, pişmiş nohut konularak çocuk bu besinlere alıştırılır. Et, kıyma yada püre olarak 5. aydan itibaren çorbalara eklenerek verilir. Tavuk ve kılçıksız balık eti çocuklar için tercih edilir. Karaciğer püre olarak 7 – 8. aylarda verilmelidir. Öte yandan bebekler için beyin önerilmemektedir.
 
            Görüldüğü gibi, 4 – 6 aylık dönem, ek besinlere alıştırma dönemidir. Her bir besin tek tek, az sulu kıvamda verilir. Şeker, şekerli çay ve lokum çocuğa yarardan çok zarar verir.
 
            6. aydan sonra yukarıdaki yiyeceklerin miktarları biraz daha artırılarak çocuğa verilir. 7. aydan sonra çocuk, ailenin yediği baharatlı ve çok yağlı olmayan yemekten alabilir. Sadece yemeğin suyu değil, kendisi ezilerek verilmelidir. Ayrıca yemeklere ilave olarak çocuğun günde 2 su bardağı kadar yoğurt veya süt ile 1 yumurta yemesi sağlanmalıdır.
 
* Bu arada peynir 8. aydan önce önerilmez. Veriliyorsa da kesinlikle pastörize olduğundan emin olunmalıdır.
 
Tamamlayıcı Besinlere Alıştırma
 
            Tamamlayıcı besinlerin çocuğun sindirim sistemine uygun olup olmadığı kontrol edilmelidir. İshal, kusma veya allerjik belirtilere neden olan besinleri belirleyebilmek için aşağıdaki kurallara uyulmalıdır:
 
o       Bir günde birden fazla yeni besin verilmemelidir.
o       Her yeni denenecek besinin miktarı önceden birkaç tatlı kaşığı olmalıdır. Herhangi bir sorun olmadığında besinin miktarı sonraki günlerde artırılmalıdır.
o       Yeni verilen besin, çocuk aç iken verilmelidir.
o       Lezzeti beğenilmeyen, kusma yada ishal gibi durumlara neden olan besinler birkaç gün beklenip tekrar denenmelidir.
o       Yemek suyu ve et suyu tek başına tamamlayıcı besin değildir. Bu nedenle gerek yemek suyuna gerekse et suyuna ekmek doğrayıp vermek yerine, suyu içinde ezilmeli; et suyu da çeşitli çorbaların yapımında kullanılmalıdır.
o       Çay, kolalı içecekler, hazır çorbalar bu yaş grubu çocuklara verilmemelidir.
 
Çocuklara, su kaynatılmadan verilmemelidir !
 
Özellikle kış günlerinde ve güneş ışınlarından yararlanamayan çocuklarda
1. aydan 1 yaşına kadar günde 400 IU vitamin D verilmelidir !

Behçet Hastalığı

Behçet hastalığı, vücudun belirli bölgelerinde tekrarlayan iltihaplanmalara neden olan, sebebini bilmediğimiz bir hastalıktır. İlk olarak ağızda ve kasıklarda (genital bölgede) tekrarlayan aft şeklinde yaralar ve gözde iltihaplanma yapan bir hastalık olarak tanımlanmıştır.

Yüzyıllar boyunca, Behçet hastalığının çeşitli belirtileri farklı hekimler tarafından gözlenmişse de, 'ağızda ve genital bölgede tekrarlayan aft şeklinde yaralar ile birlikte gözde iltihaplanmanın başlı başına bir hastalığın belirtileri olduğunu ilk kez ortaya atan Prof. Dr. Hulusi Behçet olmuştur. İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Dermatoloji (Deri Hastalıkları) Kürsüsü'nün başkanı olan Prof. Dr. Hulusi Behçet bu hastalığı 1937 yılında tanımlamıştır ve hastalık bütün dünyada hocamızın adı ile anılmaktadır.

En sık görülen hastalık belirtileri şunlardır:

Ağız Yaraları (Aftlar)

Ağız yaralarına hemen hemen her hastada rastlanır. Bununla birlikte % 1-3 gibi az bir kısım hastanın ağızda yara şeklinde bir belirtiyi hiç göstermeksizin, sendromun diğer belirtilerini gösterdiği de bilinir. Bu yaralar genellikle sendromun ilk belirtisi olmaktadırlar. Diğer belirtiler ortaya çıkmadan yıllarca yalnız aft yakınması bulunan hastalar seyrek değildir. Behçet'te ağız yaralarının büyük çoğunluğu, sık gözlenen bir hastalık olan tekrarlayıcı aftlardan ayırt edilemez ise de, çok sayıda olmaları ve daha sık nüks etmeleri gibi farklılıklar vardır. Behçet'teki aftlar genellikle ayda bir veya birkaç kez tekrar eder ve birkaç gün ile bir hafta içinde iyileşirler. Sayıları birkaç tane olup, zaman zaman ağrı hissine yol açabildiklerinden hastanın beslenmesini zorlaştırabilirler.


Cinsel Bölge Yaraları (Genital ülserler)

Cinsel bölge yaraları küçük, deriden kabarık kırmızılık veya sivilce halinde başlar, ve bunu çabucak, zımbayla delinmiş gibi görünümde ve yavaş iyileşen yaranın gelişmesi izler. Bu yaralar hemen hemen her zaman yerlerinde iz barıkarak iyileşirler. Sağdaki resimde bir yara sonrası kalmış iz görülmektedir. Cinsel bölge yaraları aftlara kıyasla, sayıca daha azdır ve daha uzun sürede iyileşirler.

Behçet sendromunda cinsel bölge dışında da benzer yaralar gözlenebilir. Koltuk altları, kasıklar gibi büyük kıvrım yerlerinde, sivilce şeklindeki belirtilerin patlamasıyla ortaya çıkan bu tür yaralara hastalarda zaman zaman rastlanabilir.

Deriye Ait Belirtiler

Behçet sendromundaki deri belirtileri üç tipe ayrılabilir:

(i) kırmızı ve ağrılı yumrular şeklindeki belirtiler;
(ii) sivilce benzeri belirtiler;
(iii) deri damarlarının hastalanmasıyla ilgili belirtiler.


Paterji (Derinin Özgün Olmayan Reaksiyonu)

Bu test, Behçet sendromlu hastanın önkol derisine steril bir iğne batırılarak yapılır. Reaksiyonun oluşabilmesi için iğnenin dermis adı verilen katmana kadar girmesi gereklidir. 24 saatte belirginleşip 48 saatte maksimum olan reaksiyonda önce kırmızı bir halka ile çevrili, 1-2 mm'lik bir kabarıklık belirir. Öyle kalabildiği gibi çoğu kez 1-5 mm'lik bir steril cerahatli sivilce haline döner. Türk Behçetlilerde özgüllüğü ve duyarlılığı oldukça yüksek bir test olarak kullanılabilmektedir. Türkiye, Japonya ve diğer Akdeniz ülkelerinde pozitiflik oranının % 50-80 olmasına karşın, İngiltere ve Amerika'da pozitifliğe pek rastlanmaz. Test erkeklerde kadınlara kıyasla daha şiddetlidir, ancak paterji pozitifliği ile hastalığın klinik şiddeti arasında bir ilişki yoktur.

Göz Belirtileri

En önemli organ tutulmalarından biri olan gözdeki iltihaplanma hastaların yarısında tespit edilir. Gözde kanlanma ve bulanık görme şeklinde kendini gösterir. Erkeklerde ve genç kişilerde göz hastalığı daha sık ve seyri daha ağırken, kadınlarda ve yaşlılarda ise daha seyrek ve daha hafiftir. Göz belirtileri, değişik şekillerde olabilmektedir. Yandaki resimde okla gösterilen, hastalığın ilk tanımlanan bulgularından biri olan hipopiyon'dur. Göz tutulması bulunan hastaların ancak % 10-20'sinde körlüğe kadar gidebilen ağır bir seyir söz konusudur.

Eklem Belirtileri

Hulusi Behçet, bu sendromu tanımladıktan bir sene sonra, 1938'de hastalarında romatoid ağrılardan bahsederek ilk kez eklem tutulmasını da bildirmiştir. Behçet hastalarının hemen hemen yarısında görülen eklem tutulması hastalığın ana yakınma ve bulgularından bir tanesidir. Bu tutulma eklem ağrısı şeklinde olabileceği gibi, daha sıklıkla eklem şişmesi şeklinde karşımıza çıkar. Bu durum ortaya çıktığı zaman eklemde ağrı, şişlik ve hareket kısıtlılığı olmasına rağmen kızarıklığa pek rastlanmaz. Tutulan eklemler, en sık dizler olup onu sırasıyla ayak bileği, el bileği ve dirsek takip eder. Şekil bozukluğu pek yapmaz ve genellikle 1-2 hafta içinde kendiliğinden iyileşir.

Damar Belirtileri

Behçet sendromunda toplardamarların tutulması sık, atardamarların ise seyrektir. Tromboflebit genelde hastaların dörtte birinde ve hemen hemen her zaman erkeklerde görülürken kadınlarda çok seyrek gözlenir. Bacakta şişlik şeklinde kendini gösterir. En sık olarak yüzeyel veya derin tromboflebit şeklinde karşımıza çıkar. Özellikle bacaklardaki tromboflebit uzun sürdüğü zaman zor iyileşen bacak yaralarına neden olur.


Behçet hastalığının şifa anlamında, yani hastalığı tamamen ortadan kaldırıcı bir tedavisi yoktur. Fakat kullandığımız pek çok ilaç sayesinde hastalığın belirtilerini tedavi etmek, vücuttaki iltihabi reaksiyonu baskılamak, belirtilerin tekrarlama sıklığını ve şiddetini azaltmak mümkün olmaktadır.

Bu amaçla sık kullandığımız ilaçların başlıcaları şunlardır:

Kolşisin, bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar (Azatioprin-Imuran, siklosporin)

Yara, yaralanma, yara çeşitleri


Herhangi bir kaza sonucu deride meydana gelen yarılma, kesilme, ezilme veya parçalanmalara yara denir. Birçok çeşidi vardır. Ateşli silahlar, batıcı veya delici aletler, yakıcı maddeler veya hayvan ısırmaları sonucu meydana gelen yaraların, hiç vakit kaybetmeden tedavi edilmesi gerekir.Yaralar, temizlik şartlarına uyulmayıp da, mikrop kapacak olursa, yara yerinde şişme, kızarma, ateş ve ağrı görülür. Bu da, yaranın iltihaplandığına işarettir. Bu durumdaki yaralar, gereği gibi tedavi edilmeyecek olursa, yaradan dağılan mikroplar vücudun diğer tarflarına da yayılıp çok tehlikeli hastalıkara yol açabilir.Yaralanmalarda yapılacak ilk iş; akan kanı durdurmaktır. Kanı durdurmak için, kanayan yerin üstüne gaz bezi veya temiz bir bez parçası konup, iyice bastırılır. Kan bir süre sonra durur. Kanama durduktan sonra bez kaldırılır, yaranın üzerine bir parça tentürdiyot sürülüp, yara temiz bir gaz bezi ile sarılır.Kan fışkırarak akıyorsa, yaranın üzerine gaz bezi yea temiz bir bez parçası bağlandıktan sonra, kanayan yere bastırılır. Sonra ipin uçları, bir parça çubuğa bağlanıp, döndürüle döndürüle iyice sıkılaşması sağlanır. Ve hiç vakit kaybetmeden hastaneye götürülür.

Frengi Nedir ?

Frengi çeşitli dönemlerde değişik belirtiler gösteren ya da yıllarca gizli kalabilen bulaşıcı bir hastalıktır. Frenginin etkeni olan spiroket, Treponema pallidum olarak ta­nınır. Hastalık teşhisi kan tahlili ve yara oluşumunda akıntının mikroskopik muayenesi ile belirlenir. Genellikle insandan in­sana cinsel birleşim sonucu bulaşır.

Kuluçka devresi: 3 hafta.


Frengi Hastalığının Belirtileri: Mikroplu bölgede, yani dış üreme organları, du­dak, parmak gibi yerlerde şankr diye tanımlanan sert yara ile başlar.

Frengi Süreci, Frengi Nasıl Bulaşır


Frenginin seyri üç evrede incelenir: Birinci evre has­talığın kuluçka devresinden sonra başlar. Mikroplu bölgede görülen sert yaralar oluşur ve ilgili bölgede bulunan lenf bez­leri şişer. Yaralarda ve şişmiş lenf bezlerinde ağrı yoktur. İkin­ci evre şankr belirmesinden yaklaşık dört hafta sonra başlar. Bu evrede tüm vücutta, ayak tabanlarında, avuçlarda, alında bakırımsı renkli ve bir iki hafta içinde oluşan döküntüler be­lirir. Ağızda ve boğazda sümüklüböceğin geçtikten sonra bırak­tığı izleri andırır yaralar oluşur. Boğazda bu kez ağrı vardır. Bu belirtiler bir süre sonra kaybolup tekrar ortaya çıkabilir. Kan tahlili kesinlikle pozitif sonuçlar verir. Hastalık üçüncü evrede bulaşıcılık niteliğini kaybeder. Üçüncü evrenin en tipik özelliği yumruların (granülasyon doku, granülom) oluşmasıdır. Yumruların en sık görüldüğü bölge aorttur. Yumru oluşumu sonucu aort iltihabı, aort kapağı bozukluğu, kalp atardamarlarının ağızlarında daralma ve damar çeperlerinde keseciklerin oluşumu gibi yan etkiler görülür. Ayrıca, beyin zarında da yum­rular oluşabilir. Merkez sinir sisteminin en tipik frengi belir­tisi erken bunama, menenjit, motor sinirlerinin uyumsuzluğu, omurilik büzülmesi sonucu genel felç (Erb hastalığı), beyin ya da omurilikte yumru oluşumu, görme bozukluğu, sağırlık, frengi sarası, sinir sistemi frengisi ve beyin zarı frengisidir.

Frengi Tedavisi


Sifilis, yani frengi tüm vücuda yayıldığı için ba­zı hastalıkları taklit edebilir. Bu nedenle kesin teşhisin yapıl­ması gerekmektedir. Hastalığın tedavisi için en etkin ilaç peni­silindir. Penisiline duyarlı olan hastalara organik arsenik ve bizmut bileşikleri kullanılır. Genellikle, frengi tedavisi belir­tilere göre uygulanmalıdır. Uygulanacak penisilin tedavisinin dozu hastalığın evresine ve seyrine göre değişim gösterir.

Frengi (Sifiliz) Korunma Yolları


Herhangi bir başka zührevi hastalık geçiren ki­şide mutlaka frengi aranmalıdır. Çünkü hastalık pek fark edil­meden gizlice sürme eğilimindedir. Frengili olan kişilerle cin­sel birleşimden kesinlikle kaçınılmalıdır. 60 yaşını aşkın ya da 30 yıldan aşırı bir süre gizli frengisi olan kişilerle; üremi, ağır kalp yetmezliği bulunan ve ameliyat edilemeyen kanserli has­talara hiçbir tedavi uygulanamaz.

Hasta Banyosu - Sağlıklı Banyo

Ilık su banyoları: 33-37 derece ısıdaki su ile yapılan ban­yoların kan damarlarım genişletici ve kasları rahatlatıcı etki­leri vardır. Bu nedenle ılık su banyoları felçlerde, kas tutul­malarında ve iltihaplarında, deri ve eklem iltihaplarında uygu­lanır. Sinirleri gevşetici etkisi nedeniyle, gece yapılan ılık su banyolarının uyku getirici niteliği bilinmektedir. Banyo süre­sinin 15-20 dakika arasında olmasına dikkat edilmelidir. Her banyodan sonra soğuk duş yapmalıdır. Uzun süreli banyolar­dan sonra dinlenmenin yararı vardır.
Soğuk su banyoları: Su ısısının 15 dereceden fazla olma­ması gerekir. Metabolizmayı ve sinir sistemini etkilemesi yö­nünden oldukça yararlıdır. Bu nedenle, aşırı şişmanlık, şeker hastalığı, eklem iltihabı ve romatizmal durumlarda başarıyla uygulanan bir tedavi yöntemidir. Ayrıca, kan dolaşımının dü­zenlenmesinde ve damar tıkanıklıklarında etkilidir. Soğuk ban­yolar vücudu dinçleştirir, ama yalnızca yerel uygulanan soğuk banyoların uyku getirdiği ve yorgunluğa neden olduğu saptan­mıştır. Soğuk duşların 4-20 saniyeden uzun sürmemesinde ya­rar vardır. Ayrıca, sabah yataktan kalkıldıktan sonra yapılan soğuk banyoların etkileri daha olumlu sonuçlar vermektedir.
Aşırı sıcaklıklardaki banyolar: Isı 39-41 dereceye kadar yükseltilir ve banyo tamamen doldurulur. Bu tür banyolar kli­nik ya da kaplıcalarda bir doktor yönetiminde uygulanmalıdır. Bu banyoların romatizmal durumlar, metabolizma bozuklukla­rı, böbrek ve sinir hastalıkları ve frengi gibi uygulama alan­ları vardır.
Sıcak su banyoları: Sıcak Su Banyosu Su ısısı 38 derecenin üstünde olan ban­yolardır ve etkileri soğuk banyolar gibidir.

Değişken ısılı banyolar: İki ya da üç ısı değişimi ile yapılır. Her banyo sıcak su ile başlatılır ve soğuk su ile bitirilir. Ilık su süresi 5, soğuk su süresi 10 saniye kadardır. Değişken ısılı banyoların etkileri sıcak ve soğuk banyolar gibidir, ama her iki banyonun yaptığı etkiden yararlanma olasılığı vardır.
Isının aşamalı olarak artırıldığı banyolar. Derideki kılcal damarların genişlemesi ile tüm kan dolaşımı etkilenmiş olur. Bu nedenle damar tıkanmalarında ve dolaşım düzensizliklerin­de etkilidir. Bu banyolarda ısı 35 derece ile başlar ve on daki­ka içinde ısı 38-40 dereceye kadar yükselir. Terleme başlayınca banyoya son verilmelidir. Bu banyonun sonunda da soğuk duş yapılması yararlıdır. Aşırı terleme durumlarında, hasta banyo­dan sonra yarım saat ile bir buçuk saate kadar dinlenmelidir. Banyo için kullanılan sulara doğal bitkilerden elde edilen ilaç­ların katılması ile banyo etkisinin artırılması olasılığı vardır. Böylece daha uzun süreli reaksiyon sağlanabilir. Doğal otla­rın yararları son derece büyüktür. Özellikle, yulaf otunun kaynatılmasıyla elde edilen suyun banyo suyuna katılması damar­ları çok az etkiler ve bu nedenle zayıf ve sinirli hastalara, ka­rın, böbrek ve idrar yolları hastalıklarında salık verilebilir.
Baş dışında tüm vücuda uygulanan banyolardan soğuk ola­rak yapılanlar aşırı şişmanlıklarda 5-10 saniye süreyle, sıcak olanlar ise 5-20 dakika süreyle çeşitli hastalıkların tedavilerin­de uygulanabilir.

Ayak banyoları: En etken olduğu yerler ve organlar idrar yolları, cinsel organlar ve kalınbağırsaklardır. Ayrıca, göğüs, boğaz ve baş da etki alanı içine girer. Sıcak ayak banyoları özellikle ısıtıcı olarak yerel iltihaplanmalarda, idrar yolları has­talıklarında, kalınbağırsak bozukluklarında, boğaz iltihapların­da, baş ağrısı ve migrende salık verilir.
Yarım banyolar: Vücudun yalnızca alt bölümü göbeğe ka­dar suya sokulur. Soğuk olarak yapılan yarım banyolar kabızlık, gazlardan doğan sancılar ve karaciğer büyümesin­de etkin tedavi yöntemlerinden biridir. Yarım olarak uygula­nan sıcak banyolar çok enderdir. Ama yine de, ısısı artırılan yarım banyolar duyarlı ve zayıf bünyeli hastaların direnç ka­zanmaları ve kan dolaşımını artırması yönünden bilinçli ola­rak uygulanabilir.


Oturarak yapılan banyolarda su böbreklere ulaşacak ka­dar doldurulur. Sıcak, soğuk ve genellikle değişken ısıda ya­pılabilen bu tip banyolar tüm karın organları hastalıklarında başarıyla uygulanabilir.
Isısı artırılan ayak banyoları: Ateşli hastalıklar, damar sertliği, romatizma ve astım gibi hastalıkların tedavisinde ba­şarıyla uygulanabilir.


Kol banyoları: Kalpteki kan dolaşımını etkiledikleri için önemlidir. Soğuk olarak uygulanan kol banyoları el ve koldaki iltihaplı durumlara, kalbin sinirsel ya da organik hastalık­larına iyi gelir. Sıcak kol banyoları, lif doku iltihaplarında, angina pectoris; yani kalbi besleyen kalp damarlarının hastalık­larında yararlı olur.
Fırça banyosu: Vücudun 35-36 derece ısıdaki su altında kalan bölümü 5-10 dakika süreyle sert bir fırça kullanılarak fırçalanır. Tansiyon düşüklüğü ve dolaşım bozukluklarında uy­gun olmakla birlikte, yüksek tansiyondan ve deri hastalıkların­dan şikâyet eden hasta tarafından yapılmamalıdır.

Baldır banyoları: Ayakların bir kova içine doldurulmuş so­ğuk suya daldırılıp yarım dakika kadar tutulması çok rahatla­tıcıdır. Bütün vücut dinçleşir ve baldır kaslarının yorgunluğu alınmış olur. Çıplak ayakla karda ya da yerde yürümek de ay­nı etkiyi sağlar.
Yüz (göz) banyoları: Yüz üç kez soğuk suya daldırılır ve gözler birkaç kez açılıp kapatılır. Yüz banyolarının görme gü­cünü artırması ve kirpik köklerindeki iltihaplı durumlara iyi gelmesi yönünden yararlan vardır. Sıcak yüz banyoları göz­lerdeki her türlü iltihaplı hastalıklarda yararlıdır.
Buhar banyoları: Bu banyolar çoğu kez kısmi olarak ve bazı yararlı otlar banyo suyuna karıştırılarak 10-20 dakika sü­reyle yapılır. Buhar banyosundan sonra bir süre yatakta din­lenmeli ve ondan sonra soğuk suyla bir duş yapmalıdır. Ayaklara uygulanan buhar banyoları, ayak terlemesi, bal­dır krampları, güç iyileşen yaralar, romatizmal durumların te­davisinde uygulanan bir yöntemdir.
Ayrıca, idrar torbası, yumurtalıklar, karaciğer büyümesi, böbrek, safrakesesi ve bağırsak koliklerinde, âdet sancıla­rında vücudun belden aşağı bölgesine buhar banyosu uygu­lanabilir. Bu takdirde erkeklerin testis torbalarını bir bezle korumaları gerekir.


Başa uygulanan buhar banyosu: Bu banyo solunum yolları iltihaplarında, nezlelerde ve romatizmal durumlarda salık ve­rilir. Kronik kulak hastalıklarının bir tedavi yöntemi de kulak içine bir borucuk aracılığıyla uygulanan buhar banyosudur.

Hasta Diyeti

Hasta bir şahsın yedirilmesi ve beslenmesi normal bir kimseye nazaran çok daha fazla dikkat ister. Hastanın kendisine verilen yiyecekleri tam olarak yemesi fakat başka şeyler yememesi lazımdır. Yemek dağıtmaya başlamadan önce ellerin ve elbiselerin son derece temiz olmasına dikkat etmelisiniz. Zira ekseri hastalar iştahsızdırlar ve yemeklerin lezzetsiz olduğundan şikayet ederler. Bunun için yemeklerin sıcak verilmesine ve mümkün olduğu kadar iştah açıcı şekilde hazırlanmış olmasına itina etmek sizin için çok önemli bir vazifedir. Tepsideki yemekler cazip bir şekilde düzenlenmeli, dökülmüş olmamalı ve dondurulmuş yiyecekler de erimiş olmalıdır. Yemekler hastalara zamanında verilmeli ve yendikten sonra da tepsiler derhal kaldırılmalıdır.


Yemekten önce hastanın elleri yıkanmalı ve yemek yerken rahat etmesi için kendisi en uygun bir durumda bulundurulmalıdır. Hastanın etrafında bulunan kirli tepsiler, kanlı ve cerahatli sargılar ve kusmuk küveti gibi tiksinti verecek şeyleri kaldırmak lazımdır. Hastaların çoğu yemeklerini kendileri yiyecek durumda değildirler. Bunları rahat bir şekilde yemek yedirmeye gayret etmelisiniz. Eğer hasta doğrulamıyorsa içkileri ve sulu yiyecekleri bir tüp veya kamış ile veriniz. Hasta yemekte ne acele etmeli ve ne de lüzumundan fazla oyalanmalıdır. Siz de hastaya acele ediyormuş hissini vermeyiniz.

Unutmayınız ki hastanın her şeyden evvel iyi beslenmeye ihtiyacı vardır.

Çilek Aşkı :)

Muhteşem bir çilek sorbenin içine atılmış kalp şeklinde çikolata taneleri ve bu tanelerin içlerine doldurulmuş nefis çilek sosu!
Dondurmanızı yerken ağzınıza gelen çikolataları ısırdığınızda çilekli dondurma ile çikolata karışımının muhteşem uyumu sizi kendisine aşık edecek.
Carte d’Or Çilek Aşkı ile duygularınızı harekete geçirin ve Çilek Aşkı’nın, çikolata tutkusuyla birleştiği o özel anın tadına varın!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...